İnsan nüfusu, tarihin büyük kısmında göz ardı edilebilir durumdaydı. Odysseus gerçekten de M.Ö. 12. yüzyılda şarap karası bir denize yelken açtıysa, o zamanlar dünya üzerinde yaşayan 50 milyon insandan biri olmalıydı.
İslamiyet’in doğduğu dönemde nüfus kabaca 200 milyondu. Fakat Sanayi Devrimi’yle bu hız aniden katlandı. Sadece 150 yıl içinde dünya nüfusu iki katına çıktı.
Peki bu insanlar ne yiyecek, ne içecek, nerede yaşayacaktı?
Günümüzde dünyada neredeyse 7,6 milyar insan yaşıyor.
2050’lere geldiğimizde bu rakam 10 milyarı bulacak. Peki ne yiyecek, ne içecek, nerede yaşayacağız. Yanıt ortada. Her zaman yediğimizi yiyeceğiz.
Çiftçiler daha şimdiden 9 milyar insana yetecek kadar kalori üretiyorlar. Su içeceğiz; suyumuz bol. Dev bir İstanbul gibi yaşayacağız.
Eğer tüm dünyada nüfus yoğunluğu İstanbul kadar olsaydı (kilometrekarede 2900 kişi/TÜİK 2018), gezegene 35 milyar kişiyi sığdırabilirdik.
Fakat bu iş kolay olmayacak ve bu kaynakları kısa sürede oluşturmak da gitgide hayal gibi görünüyor.
Dünyayı koca bir mahalleye dönüştürmek tüm mevcut ekosistemlerin yok edilmesini, Amazon’a toplu konut; milli parklara da gişe koymayı gerektiriyor.
Paris gibi kalabalık şehirlere benzemek için gezegene daha milyarlarca insanı sığdırmak mümkün ama bu, diğer tüm türlerin ortadan kalkması anlamına geliyor.
Tabii bir de su meselesi var. Dünya’mız sulu olsa da, H₂O rezervimizin sadece %3’lük bir kısmı içilebilir nitelikte ve bunun da ancak üçte birlik kısmı kolayca erişilebilir durumda.
Eğer yağmurun her bir damlasını yakalayıp biriktirebilirsek, on milyarlarca insanın susuzluğunu giderebilir ve temizlenmesini sağlayabiliriz.
Tabii gerçek hayatta tüm yağmuru ve karı biriktirmek olanaksız ve bunu yapabilseydik bile %95’ini içmekten ve yıkanmaktan başka şeyler için kullanırdık.
Şu anda Dünya’daki içme suyunun %86’sını gıda için kullanıyoruz. California çölünde badem ağaçlarını sulamaktan Arjantin’deki büyükbaş hayvanlara kadar, büyük ölçekli zirai faaliyete uygun olmayan yerlerde böyle yapılıyor.
Çiftçiler her yıl 12 milyar metreküp suyu bu iş için kullanıyor ve eski rezervleri devasa mekanik pipetlerle emip bitiriyor.
Tarımın coğrafi güçlükleri de var. Günümüzde sıradan biri her yıl 4 metrekareye tekabül eden tarım alanının ürününü yiyor.
Eğer Dünya’nın toplam yüzölçümünün tamamı olan 149 milyar kilometrekarelik alanı kullanırsak (buna tüm dağlar ve çöller dâhil), 25 milyar kişiye yetecek yiyecek elde etmek mümkün.
Ama bu durumda bizim yaşamamız için yer kalmaz ve daha Everest Dağı’nı mısır tarlasına dönüştürmeden önce yeraltı suyunu tüketiriz.
Oksijenimizin tükeneceği bir durumda değiliz. Dünya atmosferini oksijene boğan algler, ısınan okyanuslarda daha hızlı büyüyor ve bu da birçok deniz canlısını olumsuz etkiliyor.
Fakat nüfus patlamasının ardından eskisi kadar rahat nefes alamıyoruz. 2018’de Dünya Sağlık Örgütü her 10 kişiden dokuzunun kirli havayla yaşadığını rapor etti.
Tüm bu zihin jimnastiği, Oxford’un Geleceğin Gıdası programında araştırmacı olan Marco Springmann’ın bu nüfus sorularını komik bulmasının sebeplerinden biri.
Kaynaklar sonlu ama bol. Asıl sorun, stokların doğru yerlerde olmayışı. Springmann nasıl sürdürülebilir biçimde hayatta kalacağımızın daha yararlı bir soru olduğunu belirtiyor.
Sayımızın ne kadar artabileceği asıl mesele değil; nüfus 2050’de 11 basamağa erişebilir. Ama Springmann iklimsel değişimden kaynaklanan bir taşma noktasının 2040’tan önce gerçekleşebileceğini söylüyor.
Artan sıcaklık, yetiştirebileceğimiz besinleri kısıtlayacak, tropik bölgelerden bir göç hareketi başlatacak ve suyu tüketecek.
The Lancet’ta 2019’da yayımlanan bir araştırmada Springmann ve meslektaşları, gezegen dostu bir diyetin tam tahıllar ve sert kabuklu yemişler bakımından zengin ve neredeyse etsiz olması gerektiğini yazdılar.
Onun dediğine göre, herkes böyle bir diyet benimserse besin kaynaklı emisyonları hiç artırmadan Dünya nüfusunu ikiye katlamak olanaklı. Sorun kaç kişi olacağımızda değil, karbon ayak izimizin büyüklüğünde.
Onun çözümleri günümüzde şu anki araba süren, et yiyen kültürümüze ters.
1850’den beri ABD’nin açığa çıkardığı karbondioksit, tüm Avrupa Birliği’nin toplamından fazla, 5 milyar ton karbon.
Bir Amerikalının karbon ayak izi sıradan beş insanınkine eşdeğer. Sayımız tercihlerimiz kadar önemli değil.
Daha önce kıyamet için verilen günleri sorunsuzca atlattık ama gelecekteki dertlerden kolayca kurtulacağımızın garantisi yok. Sera gazları nüfus balonumuzun şişmesine yardımcı oldu ve şimdi de bu balon patlamak üzere.
Küresel sıcaklık ortalaması timsahların Kuzey Kutbu’nda gezindiği 56 milyon yıl öncesinden bu yana hiç olmadığı kadar yüksek.
Yüzyılın ortalarına doğru dünya nüfusunun 10 milyarı geçeceğinden yana şüphe yok. Büyük Kanyon’u taraçalı tarıma açmadan sağ kalabileceğimizi biliyoruz ama yaşamımızın ne kadar yaşamaya değer olacağı hâlâ yanıtsız bir soru.