Varoluşumuzun vazgeçilmez bir parçası olan suyun faydası için davul çaldığını duyabilirsiniz. Osmanlı’da da oldukça önem verilen su için; “Yemek sırasında içerseniz su midenizi korur” diyorlar. Ancak uzmanlar, sindirime müdahale ettiği için yemekten kısa bir süre önce veya sonra su içilmesini önermiyorlar.
Orta çağlarda mikroplu durgun suyun sağlıksız koşullarda kullanılması birçok toplumda pandemiye neden olmuştur. Bunun nedeni Avrupalıların evlerini temizlerken su yerine şarap içmeyi tercih etmeleridir.
Öte yandan su ve ekmek Doğu mutfağının iki temel gıdasıdır. Yaşlı Türkler kendilerine bir bardak su ikram edildiğinde “su kadar yaşa” demeyi severler. Uzun bir yolculuğa çıkan birinin arkasından su dökmek, yaygın bir Türk geleneğidir. Yolcuların evlerine su kadar sorunsuz dönebileceklerine inanılıyor.
İstanbul, Hamidiye ve Kayışdağı mahalleleri ile Çamlıca ve Yakacık semtleri de dahil olmak üzere kaliteli suyuyla ünlü birçok yere sahiptir.
Bu mahallelerden gelen su bir zamanlar tüm şehre dağıtıldı. Eğer bir su uzmanıysanız, muhtemelen farklı sular arasında ayrım yapabileceksiniz. Ünlü yazar Ahmet Midhat Efendi’nin bahçesi kaliteli suyuyla da ünlü.
Hastalıklara iyi geldiğine inanılan bazı su türleri vardır. Örnek vermek gerekirse, Üsküdar’da Vaniköy rıhtımının karşısındaki kayalardan akan suyun böbrek yetmezliğini iyileştirdiği söyleniyor. Türkiye aynı zamanda, insanların sağlığını korumak için haftalarca geçirdiği terapötik kullanımlara sahip kaplıcalar açısından da zengindir. Sultan II. Abdülhamid, Yalova’dan fıçılarla su getirirdi.
Osmanlı ve Su Sistemleri
15. yüzyılda kurulan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir “sakalar” (su taşıyıcıları) odası vardı. Ağır deri şişelerde evlere su taşırlardı. Su, su kaynaklarından veya çeşmelerden at arabaları ile getirildi.
İnsanlar çoğunlukla yağmur sularını tutmak ve depolamak için inşa edilmiş kuyu veya sarnıçların bulunduğu evlerde yaşıyordu. Osmanlılar ise suyu içmek için değil, ev işi veya bahçe işleri için kullanıyordu.
1874 yılından sonra tüzel kişilere bazı ayrıcalıklar tanınarak Terkos Gölü’nden İstanbul şehrinin Avrupa yakasına su temini başlatıldı. Daha sonra haklar Fransız şirketi Terkos’a geçti. Aynı zamanda evlere su hizmeti de başladı. 1950’lerden sonra Anadolu ilçe ve köylerine su hizmeti verildi.
Kırsal alanlar dışında, şehir merkezlerinde bile su temini her zaman zahmetlidir; bu nedenle şehir nüfusu kontrol altında tutuldu. Bizans döneminden kalma, Kemerburgaz ve Halkalı ilçelerinden, Istranca Dağları’ndan ve Belgrad Ormanı’ndan su getirmek için su kemerleri inşa edildi. II.Mahmud dönemine kadar Osmanlı imparatorlarının neredeyse tamamı yeni su kemerleri inşa etmekle ilgileniyordu.
Hayatta kalanları İstanbul’un çevresinde bulabilirsiniz. İstanbul’daki en çekici Bizans sarnıçları Philoxenos Sarnıcı ve Yerebatan Sarnıcı‘dır. Osmanlılar sarnıçları sadece sulama için kullandılar.
O zamanlar mahallelerde iki su kaynağı yeri vardı: yerlilerin evlerine su taşıyabilecekleri meydanlar ve cadde çeşmeleri.
Suyun geleneklerdeki rolünü göz önünde bulunduran bazı yerel halk, çeşmeler yapmak için para biriktirdi veya suyu pişmiş toprak borularla kırsal alanlara taşıdı. İslam’da su ikramının büyük mükafatlara sahip olduğuna inanılan “Çok günahı olan su da versin” diye ortak bir dini söz vardır. Alternatif olarak, ustalar sıcak günlerde yoldan geçenlere soğuk su ikram etti ve yol kenarlarına tahta su lekeleri yerleştirildi.
Daha önce de belirtildiği gibi, ünlü İran halk hikayesi Ferhad ve Şirin, zengin bir kız ile ailesine su kazmak için dağlarda su getirmek zorunda kalan fakir bir gencin aşk hikayesini anlatıyor.