Yerküre üzerindeki erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının yüzde 1’inden bile az. Oysa, gıda güvenliği, ekonomik büyüme, iklim değişikliği ile mücadele gibi birçok alanın temelinde, su kaynaklarının sürdürülebilirliği yer alıyor. Fakat bugün geldiğimiz noktada, su kıtlığı tüm dünyanın yaşadığı en büyük sorunlardan biri olarak ön plana çıkıyor. Türkiye de, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil, hatta tam tersine yılda kişi başına düşen bin 519 m3’lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke konumunda.
Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 m3’e gerileyeceği öngörülüyor. Bu öngörüler, Türkiye’nin “su fakiri” olma yolunda ilerlediğine işaret ediyor. Bu arada, iklim değişikliğinin yarattığı olumsuz etkilerin artması ile birlikte, kuraklık da Türkiye için çok önemli bir risk temsil ediyor.
İklim değişikliği en çok Akdeniz Havzası’nı etkiliyor. Avrupa ve Akdeniz Havzası’ndan 43 ülkenin yer aldığı Hükümetlerarası Akdeniz için Birlik kuruluşunun hazırlamış olduğu rapora göre, bölgede sıcaklık artışı dünyanın diğer bölgelerine oranla daha yüksek. 600 bilim insanının çalışmalarının aktarıldığı rapora göre, Akdeniz Havzası’ndaki ortalama sıcaklıklar endüstri devrimi öncesindeki döneme kıyasla 1,5 derece arttı. Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerindeki sıcaklık artışı ise ortalama 1,1 derece olarak kaydedildi.
Raporun sonuçlarına göre 2040 yılına kadar Akdeniz’deki sıcaklık artışının 2,2 dereceyi bulacağı tahmin ediliyor. Yüzyılın sonuna doğru ise sıcaklık artışının Akdeniz’in bazı bölgelerinde 3,8 dereceye ulaşacağı öngörülüyor.
Uzmanlar, bölgede “su kıtlığı yaşayan insanların” sayısının önümüzdeki 20 yıllık sürede 180 milyondan 250 milyona yükseleceğine dikkat çekiyor. Akdeniz’i bekleyen sorunlar arasında sıcaklık artışına bağlı olarak toprak kalitesinin düşmesi, kuraklık nedeniyle ekin kaybı, sıcaklık dalgaları, deniz ürünlerinin azalması yer alıyor.
Kuraklıkların sıklık ve yoğunluğu artacak
Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyayı yakından ilgilendiren “Arazi Özel Raporu” da, iklim değişikliği etkilerinin en şiddetli hissedileceği Akdeniz kuşağı ile ilgili önemli bulgular sunuyor. Doğal varlıkların her geçen gün artan insan baskısı ile karşı karşıya kaldığını ve iklim değişikliğinin bu baskıyı artırdığını ortaya koyan raporu, 52 ülkeden aralarında TEMA Vakfı Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş’in de yer aldığı 107 bilim insanı hazırladı. Raporda ülkemizi son derece yakından ilgilendiren bulgulardan biri şöyle: “Küresel ısınma kurak alanları ve çölleşmeyi artırıyor. 21. yüzyılda sıcak hava dalgalarının sıklık, yoğunluk ve süresinin; kuraklıkların ise sıklık ve yoğunluğunun özellikle Akdeniz bölgesinde ve Güney Afrika’da artacağı tahmin ediliyor. Bu etkiler şimdiden Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya’da görülüyor. Bu bölgelerde kuraklık; daha şiddetli su kıtlığı, daha fazla toprak erozyonu, bitki örtüsü tahribatı, orman yangını, biyolojik çeşitlilik kaybı ve gıda arzının riske girmesi anlamına geliyor.”
BARAJ SEVİYELERİ ÇOK DÜŞÜK
Enerji Piyasaları İşletme Anonim Şirketi (EPİAŞ) tarafından paylaşılan 68 barajdaki su seviyelerinin mevcut durumuna değinerek değinen Deniz Ataç, “Bu verilere göre Batı Akdeniz, Batı Karadeniz, Marmara Havzalarında baraj seviyeleri yüzde 3-9 arasında olup çok düşük, Doğu Karadeniz ve Van Gölü havzalarındaki barajlarda ise düşük durumda.” Ataç’ın ifade ettiği gibi, asıl sorun İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere içme suyu sağlanan mevcut baraj doluluk oranlarının az olması. COVİD-19 salgını nedeniyle su kullanımının daha da arttığı 2020 yılında, baraj seviyeleri özellikle İstanbul ve İzmir için oldukça düşük durumda. Kış ve bahar döneminin de sonbaharda olduğu gibi kurak geçmesi, 2021 yılında ciddi bir su sıkıntısı doğabilecek.
SON 3 AYDA KURAKLIK DÜZEYLERİ YÜKSELDİ
– Meteroroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’deki son 12 aylık kuraklık analizlerini değerlendiren TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Orta ve kuvvetli kuraklık görülen bölgeler Orta Karadeniz, Doğu Karadeniz, Kuzey Ege, Batı Marmara Bölgeleri olarak sıralanıyor” diyor. Ataç’ın yorumları şöyle: “Doğu Anadolu’da Kars, Erzurum, Erzincan, Van illeri, İç Anadolu’da Kırşehir, Kayseri, Güneydoğu’da Bitlis kuraklık görülen yerler arasında. Oysa son 3 aylık kuraklık verilerine bakıldığında ülkenin büyük bölümünde orta, şiddetli, çok şiddetli ve olağanüstü kuraklıkların yaşandığı görülüyor. 2020 yılı sonbaharında yurdumuzun aldığı ortalama 65.8 mmlik yağış, uzun yıllar ortalaması olan 140.6 mm’nin ve geçen yıl sonbahar yağışlarının (74.3 mm) altında. Yağışlarda normaline göre yüzde 53, geçen yıla göre yüzde 11 azalma meydana geldi. Tüm bölgelerimiz normallerinin altında yağış aldı ve en fazla azalma yüzde 59 ile İç Anadolu Bölgesi’nde gerçekleşti. Ege ve Karadeniz Bölgeleri’nde ise son 40 yılın en düşük yağışlı sonbaharı yaşandı. Bu kuraklıkların havzaların su verimlerine de yansıması kaçınılmaz olacak. Bu durumun şimdiden bir su kıtlığına neden olacağı söylenemezken, benzer kuraklık kış mevsiminde de yaşanırsa gelecek yılın su kıtlığı yaşanacak bir yıl olacağı söylenebilir.”
KURAKLIĞA KARŞI NELER YAPILMALI?
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, geleceğe hazır olmak açısından su azlığı çeken Türkiye’de alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor:
– Kuraklık doğal afet statüsüne alınmalı. Kuraklığın etkilerini ekonomik, çevresel ve sosyolojik olarak görmek mümkünken; kuraklık 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu’na göre afet sayılmıyor ve afet istatistiklerinde hiç yer almıyor. Oysa kuraklık dünyada etkili olan 31 çeşit doğal afet arasında ilk sırada yer alıyor.
– Su Kanunu yasalaştırılmalı. Türkiye’nin gittikçe azalan ve bozulan su varlığı Su Kanunu’na duyulan ihtiyacı artırıyor. Bu kanun; suyu bilinçsizce tüketilecek bir kaynak değil, korunması gereken bir doğal varlık olarak kabul etmeli, suyun tüm canlıların yaşamı için hayati önemini tanımalı, öncelikle suyu korumayı ve su varlıklarını havza bazında geliştirmeyi, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla yönetmeyi hedeflemeli. TEMA Vakfı bu özelliklere uygun olarak bir Su Kanunu Yasa tasarısı hazırladı ve bunu siyasi partiler ve kamuoyu ile paylaştı.
– Tarımsal üretimde suyun verimliliği artırılmalı. Türkiye’de suyun yüzde 74’ü sulama maksatlı olarak tarımda kullanılıyor ve bu suyun yüzde 82’si suyun en fazla israf edildiği sulama şekli olan ‘salma sulama’ şeklinde yapılıyor. Tasarrufl u sulama sistemlerinden olan damla sulama sisteminin oranı ise yüzde 1. Sulamada kullanılan suyun yüzde 38’i yeraltı sularından karşılanıyor ve bilinçsizce yapılan sulama sonucu yeraltı suları tükeniyor.
– Havza temelli kuraklık yönetim planları hayata geçirilmeli ve tüm havzalar için kuraklık yönetim planları tamamlanmalı.
– Kentlerde su ihtiyacı azaltılmalı ve tasarruf edilen suyun tarımda kullanımını sağlayacak tedbirler alınmalı. Kentlerde yağmur hasadı uygulamaları, park ve bahçelerde su ihtiyacı yüksek bitkiler kullanılmamalı, buralarda gri suyun kullanımı yaygınlaştırılmalı, su tasarrufuna yönelik eğitimler ve uyarılar yapılmalı.
– Çiftçilerin kuraklık görülen yıllarda yaşayacağı ekonomik kayıplardan etkilenmemesi için kuraklık, tarım sigortası kapsamında olmalı. TARSİM kapsamına kuraklığın alınması bu anlamda olumlu bir gelişme.
– Kuraklık nedeniyle fiyat artışlarının engellenmesi için halkın gıda, üreticinin tohumluk ihtiyacının karşılanması için kurak olmayan dönemlerde stok oluşturulması sağlanmalı.
2020 YILI TARİHTEKİ EN SICAK ÜÇ YILDAN BİRİ OLMA YOLUNDA
– Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) Küresel İklimin Durumu 2020 yıllık raporuna göre, 2020 yılı tarihteki en sıcak üç yıldan biri olma yolunda. Aşırı kuraklık, deniz suyu sıcaklığının artması, büyük kasırgalar, buzulların erimesi, Asya ve Afrika’da aşırı yağışlar ve seller, dünyanın aşırı ısınmasının temel işaretleri olarak sıralanıyor. Raporda, “2020 kayıtlara geçen en sıcak üç yıldan biri olma yolunda. Geçtiğimiz altı yıl 2015-2020, kayıtlardaki en sıcak altı yıl olmaya aday” yorumları yer alıyor. Raporda Grönland ve Antarktika’daki buzul tabakalarının erimesi nedeniyle deniz seviyesinin yükselme oranının arttığına dikkat çekiliyor. Okyanusların yüzde 80’inin en az bir kez sıcak dalgasına maruz kaldığı, yüzde 43’ünün ise güçlü olarak tanımlanan sıcak dalgalarına maruz kaldığı belirtiliyor.