Türkiye’nin hidroklimatolojisi (su iklimi) fiziki coğrafya etmenlerinin zenginliği, özellikle yeryüzü şekillerinin çeşitliliği ve kısa mesafelerde önemli düzeyde değişmesinin doğal bir sonucu olarak belirgin bir çeşitlilik sergiliyor. Türkiye iklimi, kuraklık/nemlilik indislerinden biri, örneğin bir Aridite İndisi (Aİ) kullanılarak incelendiğinde, Türkiye’de çölleşmeye eğilimli yarı kurak ve kurakça-yarı nemli arazilerin, ülke topraklarının yaklaşık % 30’unu kapladığı bulunur. Nemlice-yarı nemli kuraklık sınıfı ile birlikte bu oran % 60’a ulaşır. Türkiye’nin su iklimindeki mevsimsellik ve yıllar arası değişkenlik de dikkat çekici derecede yüksek.
Türkiye’de toplam kullanılabilir su tutarı, 112 milyar m3 (112 km3) olarak hesaplanıyor. Türkiye nüfusunun 2019 yılına göre toplam yaklaşık 83 milyon (83,154,997) ve toplam kullanılabilir su tutarının 112 milyar m3 olduğu (TUİK, 2020; Kalkınma Bakanlığı, 2014; Devlet Su İşleri (DSİ), 2020) dikkate alındığında, Türkiye’de kişi başına yıllık ortalama yaklaşık 1350 m3 kadar su düştüğü bulunur. Nüfusun hâlâ artmakta olduğu Türkiye’de, Dünya ortalamasının yaklaşık %18’ine karşılık gelen bu tutar, bize, Türkiye’nin hem kurak dönemlerde hem de iklim değişikliği sonucunda gelecekte iklimin daha sıcak ve kurak, değişkenliğin daha yüksek olacağı dönemlerde yeterli su açısından ciddi sorunlarla karşılaşabileceğini açıkça gösteriyor.
İklim Değişikliği, Türkiye’nin Gelecekteki Su İklimi ve Kuraklıklar
İnsan kaynaklı (başta fosil yakıtların yakılması, ormansızlaştırma, sanayi süreçleri, vb. gelmek üzere çeşitli insan etkinleri sonucunda atmosfere salına seragazlarının birikimlerinin artmasının fiziksel, kimyasal ve klimatolojik bir sonucu olan kuvvetlenen sera etkisine bağlı) iklim değişikliği, sadece yağış ve sıcaklık gibi iklim öğelerinin ortalamalarındaki artış ya da azalış eğilimleri şeklinde ortaya çıkmaz. Dünya’nın herhangi bir yerindeki iklimin kendi değişkenliğinde ve aşırı olaylarında da değişiklikler olur. Bu durum Türkiye için de geçerli.
Türkiye’de, kentsel ve endüstriyel su kullanımı, sulama, hidrolik enerji ve çevresel/ekolojik akışlar (ör. sulak alan ve akarsu ekosistemleri) için gerekli olan su varlığı, önemli bir konu. Su varlığını (toprak nemi, yer altı ve yer üstü hazneleri, akarsular, göller, vb.) etkileyen potansiyel iklim değişikliği etkileri, yağış tutarı, şiddeti, zamanlaması ve türü ya da biçemi (ör. kar, yağmur, sağanak yağmur, çisenti, vb.), kar erimesinin zamanlaması ve buharlaşma-terleme (evapotranspirasyon, ET) ile yağış-akış oranlarındaki değişiklikleri içeriyor. Örneğin, çeşitli iklim modellerine göre, günümüze (1971-2000) göre gelecekte (2070-2100) Türkiye’de ortalama hava sıcaklıklarında 3 °C ile 7 °C arasında değişen artışlar olacak. Sıcaklık artışı, sıcak mevsimlerde soğuk mevsimlere göre daha fazla olacak. Çeşitli iklim senaryolarında çalıştırılan iklim modellerine göre, gelecek on yıllarda Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğrafi bölgenin daha az yağışlı ve kuraklaşmaya eğilimli daha sıcak bir iklim etkisi altına girme olasılığı oldukça yüksek; buharlaşmanın artması, yağışların sıklığında ve şiddetinde olası değişmelerin olabileceği ve kar örtüsünün azalabileceği bekleniyor.
Bu nedenle, olasılıkla gelecek 20 yıllık dönemde, Türkiye’de su hazne ve akiferlerinde biriken suyun akılcı/dikkatli ve etkili/verimli kullanımı ile neden sonuç ilişkilerini de dikkate alan bütüncül bir kuraklık risk yönetimi sistemi (ölçme + izleme + değerlendirme + belirleme + analiz + değerleme + planlama + erken uyarı + strateji hazırlama, vb.) yaklaşımıyla yüzey suyu ve yeraltı suyu kaynaklarının yönetimi, su yöneticilerinin ve uzmanlarının su varlığını optimize etmekle görevli oldukları başlıca stratejiler arasında yer almalı.
Tüm bu sonuçlar dikkate alındığında, yakın-orta erimde Türkiye’de -artan nüfusun ve yüksek kentleşme oranlarının da katkısıyla- su yetersizliğinin ve krizinin başlayacağı, buna bağlı olarak da genel bir su sıkıntısı yaşanabileceği söylenebilir. Bu nedenle, kuraklık ya da su ile ilgili kriz yönetimlerinin yerine, risk temelli kuraklık ya da bütünleşik su-kuraklık yönetimi ve planlama politikalarının geliştirilmesi zorunluluk.
Türkiye’deki Su ve Kuraklık Yönetiminin Değerlendirmesi ve Çözüm Önerileri
Bize göre, Türkiye’de ve tüm ülkelerdeki su politikaları, genel olarak ilgili ve sorumlu bakanlıklar ve kamu kurumları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları (STK), su ya da sulama birlikleri, ziraat odaları, köylü ve çiftçiler ile varsa su dağıtım sağlayıcısı ve su ticareti yapan şirketler vb. gibi ilgili tüm tarafların arasında sağlanması gereken yasaların denetiminde, ilkeli, tutarlı, sürekli ve dinamik bir diyalog yoluyla belirlenmeli.
Su yönetimi Türkiye’nin sorunlu uygulama, yönetim ve politika alanlarından biri. Su yönetiminde temel sorunlar başlıca 10 ana başlıkta toplanabilir. Bunlar:
- Su yönetimi konusunda etkin-tutarlı-sürekli-güçlü-dinamik ve kamucu-toplumcu plan ve stratejik hedef eksikliği;
- Yasal ve kurumsal altyapı zayıflığı ve eksikliği (örneğin, liyakatsiz ve sürekli değişen teknik ve yönetim kadroları, meslek taassubu, vb.);
- Aynı zamanda 2. Maddeyle çok yakından ilişkili ve onun olumsuz sonuçlarından biri olan kurumların hafızalarının silinmesi, kurumsal kimliklerinin zayıflatılması ve bozulması;
- DSİ Genel Müdürlüğü, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü (SYGM) ve Su ve Kanalizasyon İdareleri (SUKİ) arasındaki yetki çakışmaları ve olumsuz yansımaları;
- Güçlü bir su yasasının eksikliği
- Yeni ve etkin bir SUKİ Yasası ya da revizyonunun eksikliği;
- Veri altyapısı ve kuraklık, iklim değişikliği vb. bilimsel ve teknik analizleri yapacak olan doğrudan ilgili mesleklerden teknik personel (örneğin, fiziki coğrafyacı, iklim bilimci, su iklimi bilimcisi, su bilimcisi, vb.) eksikliği;
- Su yönetimi planları ve su idarelerinin, şiddetli bir kuraklık yaşanıncaya kadar kuraklık yönetimi, yönetim planı, kuraklık risk azaltımı, izleme ve erken uyarı sistemleri vb. kuraklık ilişkili konuları tümüyle göz ardı etmeleri;
- Dijital teknolojik altyapı eksikliği;
- Plansızlık, eşgüdümsüzlük ve verimsizlik, vb.
Konunun bazı unsurlarını açmak gerekirse, Dünya’nın pek çok ülkesinde çok disiplinli, çok sektörlü, katılımcı, suyun bir insan hakkı kabul edildiği, temiz ve yeterli suya çok düşük ya da mütevazı fiyatlandırmalarla ulaşmanın hedeflendiği bir su yönetimi anlayışı giderek yaygınlaşmasına karşın, Türkiye’de su yönetimi politikalarının, plan ve stratejileri hâlâ neredeyse tek disiplinli, tek sektörlü, az ya da hiç katılımcı, piyasacı, özellikle içme suyu firmalarının ekmeğine yağ süren ve yüksek fiyatlanmaya dayalı tek sesli bir anlayışla sürdürülmeye ve uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz.
Günümüzde, pek çok gelişmiş hatta gelişmekte olan ülkelerin bazılarında su yönetimini tek disipline dayalı ve suyun tüm kullanıcılarına yani paydaşlarına açık olması gerektiği halde zayıf katılımlı ve çok merkezi bir yaklaşımla sürdürme anlayışı büyük ölçüde terk ediliyor. Bu bağlamda, olması gereken de farklı disiplinlerin ve tüm tarafların katılımcılığında yapılan bilimsel ve teknik değerlendirmelerden sonra su yönetimini oluşturacak plan ve stratejilerin belirlenmesi. Bu kapsamda, oluşturulması gereken ya da var olan kurulu su yönetimi ya da bütünleşik su ve kuraklık yönetimi planlarının da artık yalnızca bir mühendislik alanı olduğu düşüncesinden ivedilikle vazgeçilerek, özellikle fiziki coğrafyacılar, iklim bilimciler ve hidrolog ya da hidroklimatologlar ile ilgili yer, çevre ve sosyal bilimleri alanlarını içeren çok disiplinli bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Dahası, bu çok disiplinli, çok sektörlü ve katılımcı bir temele oturan su politikalarının ve bu kapsamda da su yönetimi ve kuraklık yönetimi plan ve stratejilerinin başarıya ulaşmasına yönelik olarak, su iklimi, su güvenliği, su ekonomisi, su kalitesi, su yönetimi ve kuraklık yönetimi, kuraklık risk azaltımı, kuraklık analizi ve modellemesi (kuraklık metodolojisi) vb. alanlarında uzmanlar yetiştirilmeli. Kısacası, gelişmeleri doğru analiz edebilmek ve doğru hedeflere yönelmek için disiplinlerarası, çok sektörlü, katılımcı, bilimi ve bilimsel yaklaşımları önemseyen bir düşünce ve tasarım kültürü oluşturmamız gerekiyor.
Öte yandan, uzun süreli ve geniş alanlı bir kuraklık olayı yaşanıncaya ve örneğin kentlerde içme ve kullanma suyu sağlayan barajların ve göletlerin doluluk oranları % 30’ların altına ininceye ve tarım arazilerinde toprak nemi azalarak toprağa atılan tohum (örneğin tahıllar) çimlenmeden toprakta kalıncaya kadar, kuraklığı dikkate almayan su ve kuraklık yönetimi anlayışına sahip bir ülkeyiz. Kuraklık olaylarını kuraklığı yaşarken ciddiye alan, hatta gereğinden çok konuşan ve tartışan, buna karşın kuraklık etkisini yitirince, bir sonraki şiddetli bir kuraklık olayı ortaya çıkıncaya kadar kuraklığı gündeminden çıkaran bir kamu, yerel yönetim, toplumsal ve/ya da sosyolojik ve psikolojik davranış tarzımız var.
Sonuç olarak;
– Türkiye su zengini bir ülke değildir, öyleymiş gibi yaşayan bir ülkedir.
– Bugünkü iklim koşullarında Türkiye arazisinin yaklaşık % 60’ı çeşitli dereceden kurak iklim sınıfındadır.
– Türkiye’de kişi başına kullanılabilir yıllık ortalama su tutarı 1350 m3 kadardır. Bu değer, Dünya ortalamasının yaklaşık % 18’ine, Batı Avrupa’nın % 27’sine karşılık gelir.
– Su “bizim” için yaşamdır, yaşam kaynağımızdır; ama sudan insanın dışındaki öteki canlılar da yararlanmaktadır.
Türkiye genelindeki durum ve olası gelecek hava koşulları (hava sistemleri ve bağlantılı yağış, sıcaklık, nemlilik vb.) çok açık: Artık bir yurttaş, kamu ve özel kurum ve kuruluşlar, üniversiteler, küçük büyük tüm yerel yönetimler vb. olarak, içme suyunu ve içilebilir nitelikteki her türlü suyu insafsızca tonlarca kullanarak, araç ve halı yıkamayı, bahçe sulamayı, apartman içi ve dışını, ev önlerini ve balkonları yıkamayı, tonlarca su ile banyo yapmayı, hangi neden ve amaçla olursa olsun sokakları yıkama vb. tüm yanlış ve kötü alışkanlık ve uygulamalar ile tüketim kalıplarımızı ivedilikle terk etmeliyiz. Her türlü tatlı suyu, yaşamın tüm alanlarında, enerji ve hizmet sektöründen tarım ve sanayiye kadar tüm sektörlerde akılcı, tasarruflu, yeterli ve etkili bir biçimde kullanmayı ve tüketmeyi bir an önce öğrenmeliyiz.