Genel Kategori

Su ve Küresel Isınma

Son yıllarda gündemin önemli konularından biri de küresel ısınmadır. Oluşumundan bugüne kadar geçen sürede pek çok kez ısınıp soğuyan yerküre, günümüzde hızlı bir ısınma periyoduna girmiştir. Tomanbay’ın da (2008) belirttiği gibi; sanayileşme sonrasında yoğunlaşan ve atmosfere salınan karbondioksit, metan ve diazotmonoksit gibi gazlar ile kesilen ağaçlar sonucunda fotosentez işleminin azalması ile sera etkisi oluşmakta ve bu olay da ısınmaya yol açmaktadır. Atmosferde kızılötesi ışınların tutulması ve yansıtılması sırasında, tıpkı seradaki camlar gibi ısıyı muhafaza etme özelliklerinden dolayı bu gazlara “sera gazı” adı verilmiştir (Ulusoy, 2007:220). 18.yüzyılın ortalarındaki Sanayi Devrimi’nden bu yana sera gazlarının atmosferdeki miktarı % 31’lik bir artış göstermiştir. Koray’ın (2008:53) dediği gibi “pamukla buharın evlenmesi” birçok açıdan bir devrimdir. James Watt tarafından buharla çalışan makinenin icadından sonra, ev içinde yapılan küçük ölçekli üretim, artık yerini fabrikalarda yapılan kitlesel üretime bırakmıştır. İnsan gücünün yerini makinelerin almasıyla başlayan endüstrileşme süreciyle birlikte büyük değişimler yaşanmaya başlanmış, sadece üretim sistemi değil; çalışma yaşamı, gündelik koşullar, aile yapısı, sahip olunan değerler sistemi ve toplumsal yapı da bu değişimden etkilenmiştir. Kapitalizmin de gelişmesinin başlangıcı olan sanayileşme, siyasal ve sosyal yapının da değişmesini tetiklemiştir. Ancak teknolojik gelişme, ilerleme adına önemli mesafe kaydederken, doğaya uyum göstermeyen üretim süreci çevre tahribatını da beraberinde getirmiştir. Ekolojik dengeyi gözetmeyen endüstrileşmenin çevre üzerindeki tahribatı, günümüzde, geçmişe oranla kendini daha fazla hissettirmekte ve etkileri daha büyük çapta olmaktadır. Bugün küresel ısınma olarak nitelendirilen kavram da, Sanayi Devrimi ile başlayan sürecin günümüze gelirken geçirdiği evrelerde doğaya karşı denetimsiz olarak hareket edilmesinin bir sonucudur. Doğal hayatı olumsuz etkileyen küresel ısınma, sanayileşmenin etkisiyle insan etkinliklerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Maks ve Engels’in 1848 yılında yazmış oldukları Komünist Manifesto’un bir pasajında kapitalist üretim sisteminin daha ilk evrelerinde hangi boyutlara ulaştığına vurgu yapılmıştır. “Burjuvazi, daha bir yüzyılı bile bulmamış egemenliği sırasında, bundan önceki kuşakların tümünün hep birlikte yaratmış olduklarından çok daha kitlesel ve devasa üretici güçler yarattı. Doğanın güçlerinin insanın makinesine tabi kılınması, kimyanın sanayiye ve tarıma uygulanması, buharlı gemicilik, demiryolları, elektrikli telgraflar, tüm kıtaların ekime açılması, nehirlerin su yolu haline getirilmesi, nüfusun yerden biter gibi çoğalması; daha önceki hangi yüzyılın, toplumsal emeğin bağrında böylesine güçlerin pineklemekte olduğuna dair bir önsezi bile mevcuttu.” Daha emekleme evresinde bile doğayı bu denli sanayinin emrine koşan kapitalist sistem, bugün küresel boyutta yaygınlaşmış bir evrede daha denetimsiz ve yıkıcı bir etki yaratmaktadır. Doğal çevre, sermaye birikimi için gözetilen hedeflerin -ki bu hedefler toplumsal hizmet niteliğinde değildir- dışında tutularak gözden çıkarılmıştır. Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar, küresel ısınmanın sadece dünyanın doğal döngüsünden kaynaklanan bir olay olmadığını, insan faaliyetlerinin de küresel ısınma da önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır. Burada insan faaliyetlerinden kastedilen en önemli unsur, sanayileşme ve sonrasında yaşanan süreçtir. Sanayinin gelişmesi ile küresel ısınmanın, çevre kirliliğinin ve bunlara bağlı olarak su kaynaklarının tahribatının birbirine paralel olarak arttığının gözden kaçırılmaması gerekir. Çünkü endüstri kuruluşlarının tümüne yakını,atmosfere saldıkları karbondioksit miktarına bağlı olarak yol açtıkları sera etksinin yanısıra, kaynak sularından daha nitelikli su kullanmaktadır ve sağlıklı suyu kullanan endüstri kuruluşları kullandıkları suyu dördündü sınıf olarak geri salmaktadırlar (Aysu, 2008:5) . Dolayısıyla azalan su kaynaklarının metalaşması ile sermaye birikimi arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Sweezy’nin de belirttiği gibi; “Karşılıklı olarak kenetlenmiş ve hem yaratmanın hem de yıkmanın olağanüstü güçlerine sahip olan güdüler, kapitalist sistemin ta özünde içkin durumdadır.” Yapılan araştırmalara göre küresel ısınmaya; enerji kullanımının % 49, endüstrinin % 24, ormanların % 14 ve tarımın da % 13 etkisi vardır (Ulusoy, 2007:2219). Dünya üzerinde sıcaklıkların yükselmesi olarak tanımlanabilecek olan küresel ısınmayı tetikleyen en önemli etken sera gazlarının salınımındaki artıştır. Bu gazların salınımıyla oluşan sera etkisi ısınmayla ilintili olduğu kadar, soğumayla da ilintilidir. Zira, sera etkisi olmayan bir dünya da bu kez de soğuma ile karşı karşıya kalınabilirdi. Günümüzdeki tartışmalar da bu nedenle iki boyutlu olmaktadır. Bazı bilim insanları yaşanan sürecin küresel ısınma değil de, küresel soğuma olduğunu iddia etmektedirler. İddialara göre, dünya 2000 yılından itibaren soğumaya başlamış ve bu soğuma kendisini önümüzdeki 20 yıl içinde daha fazla hissettirecek boyuta ulaşabilecektir. Literatürde yaşanan bu tartışmalar doğrultusunda kavram kargaşı yaratmamak adına kimi bilim insanları küresel ısınma ya da küresel soğuma kavramları yerine “iklim değişikliği” kavramını kullanmayı tercih etmektedirler. Ancak çoğunluk tarafından kabul gören, dünyanın küresel ısınmayla karşı karşıya olduğu ve acil önlemler alınması gerektiği yönündedir. Son 20 yıldır dikkatleri üzerine çeken küresel ısınma ve sera etkisi, aslında 100 yılı aşkın bir süredir bilim insanlarının incelediği bir konudur. İlk araştırmalar 1896 yılında Nobel Ödülü sahibi İsveçli Arrhenius tarafından yapılmaya başlanmış ve karbondioksit miktarının artmasına bağlı olarak iklimin değişebileceği öngörülmüştür. 1700’lü yıllardan bu yana Sanayi Devrimi ile birlikte insan faaliyetlerinin etkisi küresel ısınma üzerinde hızlandırıcı bir etken olmuştur. Küresel ısınmanın tek müsebbibi olarak insan etkinliklerini görmek safdillik olacaktır, ancak dünyanın doğal döngüsünün yanısıra en tetikleyici olan da yine sanayileşme ve doğayı piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda sınırsız bir biçimde kullanma güdüsüdür. Bu güdü; doğanın bir parçası olduğumuzu unutarak, doğayı emrimize sunulmuş sonsuz bir kaynak olarak görerek, bilim ve teknikte piyasanın emrinde yaşanan kör bir ilerleme sonucu ortaya çıkmıştır. Küresel ısınmaya karşı çeşitli sivil toplum örgütlerinin ortaya koyduğu çabalar yeterli değildir. Ülkelerin hükümetlerinin de uluslararası işbirliği içinde biraraya gelerek çözüm önerileri üretmeleri ve bir takım yaptırımlarla iklim değişikliğine karşı önlem almaları gerekmektedir. Ülke halklarının bilinçlendirilmesi ve konunun gündemde tutulması çok önemlidir. Enerji ve su tasarrufunun yanısıra, yenilenebilir enerji kaynaklarının (jeotermal, rüzgar vs) ve alternatif yakıtların kullanılması özendirilmelidir. Ormanlık alanların genişletilmesi çabalarına daha fazla ağırlık verilmelidir. Fabrikalarda ortaya çıkan atıkların ve çeşitli kimyasalların arıtılmadan doğaya bırakılması engellenmelidir. Sanayi ve üretim merkezlerinden kaynaklanan hava kirliliği ve gaz salınımına ilişkin daha geçerli önlemler alınmalı, bu tür üretim yerleri şehir merkezlerinden daha uzak yerlere taşınmalıdır. Ancak önemli olan, bireysel nitelikli önlemlerden daha fazlasının yapılabilmesidir.

SU VE YAŞAM: SUYUN TOPLUMSAL ÖNEMİ – Yüksek Lisans Tezi

Seda Özsoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir