Kesinlikle. Su sağlıklı yaşamak için zorunlu gıdaların başında geliyor. Yemek yemeden haftalarca yaşayabiliyoruz ama su içmeden birkaç günden fazla yaşamamız mümkün değil. Yetişkin bir erkeğin vücut ağırlığının %60’ı su. Evet inanılır gibi değil ama katı görünmelerine karşın insanların yarısından fazlası su.
Çocuklar ise daha sulu; onların vücutlarının yüzde 65-80’i su; yaş ne kadar küçükse su oranı da o kadar yükseliyor. İnsanlar vücut suyunun %10’unu kaybettiklerinde yaşamları tehlikeye giriyor, yüzde 20’sini kaybettiklerinde ise ölüm kaçınılmaz oluyor. Vücutta suyun çok sayıda görevi var: enerji oluşması, büyüme ve yıpranan dokuların onarımı için protein sentezlenmesi, harcanmayan enerjinin yağ olarak depolanması ve metabolizma sonucu oluşan zararlı atıkların suyla dışarı atılması gibi.
Bir insanın “susuzluk hissi ile su ihtiyacını ayarlayabileceği” düşüncesi, çocukluk çağı için doğru olsa da diğer yaşlar için geçerli değildir. Susuzluk hisleri önemli ölçüde köreldiği için yaşlıların farkına varmadan susuz kalma tehlikeleri büyük. Birçok yaşlının, yüksek olan tansiyonu yeterli su içtikten sonra düşmekte. İnsan ne kadar susuyorsa o kadar su içmeli' önermesi ilk bakışta çok mantıklı geliyor. Ama durum göründüğü gibi değil. Sadece hayatı sürdürebilecek kadar su içmek sağlıklı bir yaşam için yeterli değil. Birçok insan yeterli sıvı aldığını düşünüyor, ama bu doğru değil, çünkü alkol, gazoz, kola, şekerli meyve suları gibi meşrubatlarla sıvı alınmasına rağmen bunlar sıvı kaybına yol açıyorlar. Eğer yeteri kadar su içmiyorsanız ya da su yerine şekerli sıcak içecekler (kahve, çay), gazoz, kola, meyve suları, enerji içecekleri ve bira gibi su kaybettiren osmotik yükü fazla sıvıları içiyorsanız kronik susuzluğa maruz kalıyorsunuz. Bu tip içecekler dudak kuruluğunuzu geçirdiği için susuzluğu hissedemiyorsunuz. Aşırı meşguliyet sırasında da insan susuzluğunu unutabiliyor.
Yaş da çok önemli, insanlar yaşlandıkça susuzluk merkezleri duyarlılığını kaybediyor ve mesela birçok yaşlı serum takılacak kadar aşırı su kaybı olmalarına rağmen kendilerini susamış hissetmiyorlar. Vücudumuz susuz kaldığında beyin hücrelerini susuz bırakmamak için her türlü tedbire başvuruyor. Amaç beyine yeterli kanı göndermek. Beyin vücudumuzun %5 kadarını oluşturur, fakat aldığı kan bunun 4 katıdır. Beyin en yüksek enerjiye ihtiyaç duyan organımız. Beyin enerjisini sadece glükozdan almıyor. Beyin hücrelerinin oluşturduğu hidroelektrik enerji de önemli bir kaynak. Su tüketiminin azalması beyinin enerjisini de azaltıyor. Beyine az kan gitmesini önlemek için vücudumuz merkezden uzak uzuvlarımızın (kollar, bacaklar) damarlarını, böbrek damarlarını ve akciğer damarlarını büzüştürüyor. Beyinin su ihtiyaçları karşılanırken bu bölgelere daha az su (kan) gidiyor. Bu durumda eğer yeterli sıvı almazsanız vücudunuz “histamin” salgısını artırıyor. Histamin akciğer damarlarını ve uzuvlarımızdaki damarlarını büzerek sıvı kaybını önlüyor ve böylece beyine daha fazla kan gitmesini sağlıyor. Fakat bunun karşılığında histamin mide asit salgısını artırıyor, nefes daralması yapıyor, tansiyonunuzu yükseltiyor. Eğer histamin karşıtı ilaçlar kullanılırsa nefes darlığı azalıyor, mide asiti azalıyor, tansiyonunuz düşüyor fakat bu durumda da beyine daha az kan gidiyor.
Görüldüğü gibi suyun hayatımızda ki rolü oldukça büyüktür. her yaşta, her alanda, her zaman yanımızdan suyumuzu eksik etmeyelim. Suyu en önemli alışkanlıklarımız arasına yerleştirelim.