Türkiye, sanılanın tersine, su zengini bir ülke değildir. Hâlen, kişi başına düşen 1.519 m³’lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke kabul edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını öngörmektedir. Bu durumda, kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³/yıl olması beklenmektedir. Diğer bir deyişle, artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye, “su fakiri” olma yolunda ilerlemektedir. Öte yandan, Türkiye’deki su kaynakları üzerinde, “sürdürülebilir olmayan” sektörel su kullanımından başlayıp su altyapılarına varıncaya kadar çeşitli sıkıntılar vardır. Bu sorunlar arasında ön plana çıkanlar şöyle özetlenebilir:
Sürdürülebilir olmayan su altyapı projeleri (hidroelektrik
santraller, barajlar, havzalar arası su transferi): Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Stratejisine göre
ülkemizdeki hidrolik enerji potansiyelinin tamamıyla kullanılması
için 2023 yılına kadar yenilenebilir enerjinin payının %30 oranında
artırılması hedefl enmektedir. Bu hedef doğrultusunda, hâlen işletme
aşamasında olan 443 santralle birlikte, inşaat aşamasında olan 173 ve
planlama aşamasında olan 982 olmak üzere, toplam 1.598 projenin hayata
geçirilmesi öngörülmektedir. Planlama çalışmalarının, havza ölçeğinde
yapılmayışı, hidrolojik sistemleri doğrudan etkilemekte ve bazı dere ve
sulak alanların yok olmasına sebep olmaktadır.
• Tarımda su kullanımı: Tarım, %73’lük payla en fazla su kullanan
sektördür (DSİ, 2012). Bununla birlikte, tarımsal sulamanın çok büyük
bir kısmı geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Su kaynaklarının verimli
kullanıldığı modern sulama yöntemlerinin (damla veya yağmurlama)
kullanımı ise çok sınırlıdır. Tarımsal faaliyetler için kaynaklardan aşırı su
çekilmesi ve suyun verimli kullanılmaması gibi nedenlerle bir çok tatlı su
ekosistemi, ekonomik ve ekolojik değerini yitirmektedir.
• İçme suyu: 14 yeni Büyükşehir’in kurulmasıyla birlikte Türkiye
nüfusunun %91,3’ü (TUİK, 2013) artık belediye sınırları içerisinde
yaşamaktadır ve belediyelerin neredeyse tamamı su şebekesine sahiptir.
Artan kentsel nüfusla birlikte, içme suyu arzı da daha büyük bir sorun
haline gelmektedir. Örneğin, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde
ortaya çıkan su yetersizliği, havzalar arası su transferi ile kapatılmaya
çalışılmakta ve bu yöntem, su arzı güvenliğinin sağlanması için sihirli bir
çözüm olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu tür müdahaleler çok önemli
ekonomik, ekolojik ve sosyal sorunlara yol açmaktadır. Bu müdahaleler,
uzun vadeli olası sonuçları dikkate alınmadan ve havza ölçeğinde
değerlendirme yapılmadan hayata geçirilmektedir.
• Kirlilik: Su kaynakları, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen
gün daha da kirlenmektedir. Türkiye’deki 3.225 belediyeden sadece
296’sının atık su arıtma tesisi bulunmaktadır. Kirlenen su kaynakları
yalnız biyolojik çeşitliliği değil aynı zamanda geçim kaynakları suya bağlı
olan çok sayıda insanı da doğrudan etkilemektedir. Büyük Menderes
Nehri, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü,
Beyşehir Gölü, Eber Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltası kirlilikten
etkilenen sulak alanların sadece bir kaçıdır.
• Diğer yatırımlar ve kaynak kullanım faaliyetleri: Büyük ölçekli
altyapı projeleri (otoyollar, kentleşme, vb) ve madencilik faaliyetleri,
su kaynaklarını ve özellikle sulak alan ekosistemlerini doğrudan
etkilemektedir. Öte yandan, bu tür yatırımlar hem yapım hem de işletme
aşamasında yoğun su tüketebilmekte veya su kaynakları üzerinde kirletici
etki yaratabilmektedir.
İklim değişikliği, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de doğal çevreyi olduğu kadar kalkınmayı da etkileyecek en önemli sorunlardan biridir.
Küresel iklim değişikliğinin etkileri, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nda en çok kuraklık, su kıtlığı, tarımsal verim kaybı, tarım ve turizm gelirlerinin düşmesi, orman yangınlarının artması ve biyolojik çeşitlilik kaybı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Son 25 yıl içinde Akdeniz Havzası’nda yağışların %20 oranında azaldığı saptanmıştır.
Türkiye’de 25 su havzası bulunmaktadır. Her havza kendi içerisinde farklı
dinamiklere ve öncelikli sorunlara sahiptir. Örneğin, Büyük Menderes ve
Ergene Havzalarında kirlilik sorunu daha ön plandayken, yarı kurak iklime
sahip olan Konya Kapalı Havzası’ndaki sorunlar tarımda aşırı su kullanımı
veya havzalar arası su transferi gibi farklı eksendedir.
Dünya genelinde görülen, su miktarı ile nüfusun oransal dağılımı arasındaki
eşitsizlik sorunu Türkiye’de de mevcuttur. Havzalardaki akış miktarı ile bu
havzalardan faydalanan nüfus arasında orantısızlıklar vardır. Ülkemizdeki
toplam nüfusun %28’i Marmara Bölgesi’nde yaşarken, buradaki havzalar
toplam akışın sadece %4’lük kısmını toplamaktadır (Aküzüm ve diğerleri,
2010). Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Akarçay,
Konya ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yeraltı suyu kullanımı, su
kaynaklarının kendini yenileyebilme kapasitesini aşmıştır. Bu durum, havzalar
üzerindeki baskıyı arttırarak, doğal ekosistemler üzerinde büyük bir tehdit
oluşturmaktadır.
“WWF’den Türkiye’nin Su Riskleri Raporu” ile ilgili yorum;